Cilt:63 Sayı:01 (2023)
Permanent URI for this collection
Browse
Recent Submissions
Item Faruk Duman’ın "Sus Barbatus" Ve "Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur" Romanlarında İnsan Ve İnsan Dışı Dünya Arasındaki İlişkilerin Bedenler Arası Geçişkenlik Açısından İncelenmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çetin , ÖnderBu makale Faruk Duman’ın “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur” (2014) ve “Sus Barbatus” (2018) romanlarında karakterlerin doğa ile kurdukları bağı ve karakterler ve insan dışı dünya arasındaki maddesel ve metafiziksel geçişkenlikleri Posthümanizm kuramı altında kendine yer bulan ekofeminist Stacy Alaimo tarafından ortaya konan Bedenler arası geçişkenlik teorisi üzerinden değerlendirip ekoeleştirel açıdan bu geçişkenliklerin mümkün kıldığı çözümleri araştırmayı planlamaktadır. Sus Barbatus 80 darbesi öncesi Türkiye’sinde geçer, siyasi kaosun hâkim olduğu bir atmosferde insan ve doğa arasındaki kaybolan bağa odaklanır. Kenan’ın hamile karısı Zeynep için bir domuz avlayıp evini geçindirme çabasıyla başlayan hikâye toplumun farklı kesimlerinden insanları bir araya getirmeye başlar. Roman boyunca tüm karakterleri birbirine bağlayacak olan doğadır. Bu bağ Sus Barbatus’un Aysel’in bedenine girmesiyle metafiziksel bir hal alır. Bu durum aynı zamanda dünyadaki fiziksel ve metafiziksel var oluşun sekteye uğramadığının da bir göstergesi olarak romandaki karakterlerin insan-dışı dünyadan ayrı düşünülemeyeceğini irdelemesi açısından önemli bir noktadır. “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur’da” Ceren’e abisi şiddet uygular ve taciz eder. Diğer taraftan, anlatıcı gencin geçmişiyle ilgili travmatik dünyasına tanık oluruz. Anlatıcı gencin travmatik geçmişinden kurtulmasının ve Ceren’in ailesinin zulmünden kurtulabilmesinin yolu yine insan-dışı dünyadan geçer, bu dünyada bedensel olarak bağ kuracakları her ikisinin de farklı zamanlarda ormanda karşılaştıkları parstır. Her iki romanda da yazar bedenler-arası geçişkenlik (trans-corporeality) kavramı ile açıklanabilecek romanlardaki kahramanların ve insan-dışı dünyadaki bedenler ile aralarında kurulan edimsel (performative) bağ aracılığıyla bir çıkış yolu sunduğu iddia edilecektir. Bu savla hem bir çözüm ve farkındalık yaratılmaktadır hem de bedenler arası geçişkenliklerin ekolojik olarak insanın insan-dışı dünyadan ayrı tutulamayacağı ortaya konmaktadır.Item Halil Hâlid Bey’in “Akvâm-I İslâmiyye Etnografyasına Bir Medhal” Başlıklı Makalesi Üzerine Bir İnceleme(Ankara Üniversitesi, 2023) Özbay, ÇiğdemXIX. yüzyılda akademik bir disiplin olarak dünya bilim sahnesine giriş yapan antropolojiye Osmanlı aydınlarının ilgisi yüzyılın son çeyreğinde gün yüzüne çıkmıştır. Başlangıçta evrim kuramının muazzam etkisiyle ortaya çıkan bu ilgi, cumhuriyet sonrası dönemde bilimsel bir uğraş halini almış ve tarihin dinsel olmayan bir bakış açısıyla ele alınması ve Türklere karsı olan önyargının kırılması işlevini görmüştür. Antropoloji aynı zamanda, dil, tarih, coğrafya, arkeoloji, jeoloji, biyoloji, etnoloji bilimlerinin çağı yakalama sürecinde de başı çekmiştir. Antropolojinin, yeni yeni ilgi gördüğü zamanlarda etnoloji ve etnografya bilgisi ile iç içe olması, bu bilimlerin odaklandıkları konuların kapsamı ve sınırı hususunda farklı yorumlamalara sebep olmuştur. Halil Hâlid Bey (1869-1931) de, 1926 tarihli Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası’nda yayımlanan “Akvâm-ı İslâmiyye Etnografyası Tedkîkâtına Medhal” başlıklı makalesinde bu üç bilimi analiz etmiştir. Bu makalesi Müslüman kavimleri tetkik ettiği makale serisinin girişi niteliğinde olup antropoloji ve etnoloji üzerine oldukça bilgilendiricidir ve zamanının önemli bilim insanlarının eserlerinden alıntılarla zengin kılınmıştır. Ankara mebusluğu, Bombay Başkonsolosluğu, Londra İkinci Konsolosluğu gibi yürüttüğü idari görevleri onu Avrupa siyaseti ve İslam toplumları üzerine yetkin hale getirirken yabancı dillere hâkimiyeti ve Cambridge Üniversitesindeki yaklaşık 15 yıllık öğretmenlik deneyimi de bir akademisyen olarak nitelememizde etkili olmuştur. Harbiye Mektebi’nde İngilizce, Dârülfünûn İlahiyat Fakültesinde İslam felsefesi ve Müslüman kavimlerin etnografyası gibi dersler de veren Halil Hâlid Bey, geniş bir kültür ve tarih bilgisi olan entelektüel bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz de çalışmamızda söz konusu makaleyi inceleyerek Halil Hâlid Bey’in antropoloji ilgisi ve bilgisini tartışmaya açacak ve antropoloji tarihimizdeki yerini göstermeye çalışacağız.Item Maçoluk Üzerine Psiko-Edebî Bir İnceleme: Safiye Erol’un Hikâyelerinde Maço Arketipleri(Ankara Üniversitesi, 2023) Dinçer, DuyguBu çalışma, Safiye Erol'un öykülerinde maçoluğun arketipsel yönlerini ve maçoluğun romantik ilişkiler üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçlamıştır. Çalışmada Safiye Erol’un Leylak Mevsimi adlı kitabındaki hikâyelerin her biri dokuman kabul edilmiş ve metin merkezli bir içerik çözümlemesi ile incelenmiştir. Analizler, Erol’un öykülerindeki erkek karakterlerin belirli maço arketiplerini (fetihçi maço, çapkın maço, maskeli maço ve otantik maço) temsil ettiğini ortaya koymuştur. Yazarın bazı maço arketiplerini diğerlerinden daha fazla ele aldığı görülmüştür. En çok tekrar eden maço arketiplerinin çapkın maço ve otantik maço olduğu belirlenmiştir. Aleksandra Filipovna, İlk Efendim Pomak Ali Efendi ve Lâz Sıdkı’nın Florya’da Hovardalığı adlı hikâyelerde çapkın maço arketipinin vurgulandığı ve olumsuz yönleriyle yansıtıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca Metruk Yalıda Garip Bir Gece ve Gel Seninle Dertleşelim adlı hikâyelerde fetihçi maço arketipi temsil edilmektedir. Dört Kişi, Leylak Mevsimi ve Gel Seninle Dertleşelim’de otantik maço arketipi yer almaktadır. Son olarak İlk Efendim Pomak Ali Efendi adlı hikâyede maskeli maço arketipine rastlanmaktadır. Çalışmada maço kişilik ve davranış örüntülerinin yarattığı ilişkisel ikilemler açısından da ilginç bulgular elde edilmiştir. Araştırma sonuçları, öykülerdeki ilişkisel ikilemlerin çok eşli doğası nedeniyle çoğunlukla çapkın maço arketipinden kaynaklandığını göstermiştir. Ancak bu ilişkisel ikilemlerin oluşmasında aşırı gururlu yapısıyla fetihçi maço arketipin, çift yüzlülük yönüyle maskeli maço arketipin, makbul eş ve makbul anneye yaptığı vurgu ile otantik maço arketipinin de rol oynadığı anlaşılmaktadır. Hikâyelerde dikkat çeken bir diğer nokta iyiliksever, şefkatli ve babacan tavırlarıyla öne çıkan otantik maço arketipinin diğer arketiplere göre daha makbul bir erkek temsili olarak yansıtılmasıdır.Item Modernleşme Sürecinde Beşiktaş’ta Sosyal Mekânlar (Tanzimat’ın İlânından Iı. Meşrutiyet’e Kadar)(Ankara Üniversitesi, 2023) Yılmaz, Elaİstanbul'un geleneksel kent ziği ve mimarisinde 18. yüzyılda başlayan değişim ve dönüşümler, 19. yüzyılda gerçekleştirilen reformlarla, sosyal yaşamı, maddi dokuyu ve mimarlığı da etkisi altına alarak, toplumun ihtiyaçlarına hitap eden yeni mekânların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kentte ortaya çıkan toplum hayatını doğrudan etkileyen yeni kamusal alanlarla birlikte yeni bir sosyo-kültürel çevre oluşmuştur. Osmanlı toplumunda açık ve kapalı kamusal alanlar olarak görülen bu mekânlar, kentte yaşayan bireylerin daha sık bir araya gelmesine olanak tanımış, etkileşimi ve iletişimi arttırmıştır. Beşiktaş, Osmanlı başkenti İstanbul'un, kamusal alanların kent ölçeğinde yaygınlaştığı ve gelenekselden moderne evrilen belki de en önemli kentsel mekânlarından biridir. Beşiktaş semtinde yer alan kamusal alanlar, toplumun bir araya geldiği önemli sosyal mekânları oluşturmuştur. Açık kamusal alanlar arasında bulunan mesire yerleri ve iskele alanları ile birlikte kapalı kamusal alanlar arasında önemli bir yere sahip kahvehâneler, Beşiktaş semtinde sosyal mekânların gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Kahvehânelerden sonra özellikle tiyatro sanatında yaşanan gelişmeler, Beşiktaş'ta farklı sosyal mekânların da doğmasına olanak tanımıştır. Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da 19. yüzyılda toplum yaşamında gerçekleştirilen modernleşme ve yenileşme hareketleri kalıcı hale getirilmiş, Beşiktaş özelinde de yapıların mimari tasarımlarla kendini gösterdiği modern bir kimlik ile birlikte farklı sosyal mekânlarda bir araya gelen modern bir toplum yaratılmıştır. Bu makalede, Tanzimat'ın ilânından II. Meşrutiyet'e kadar uzanan tarihsel süreç içerisinde Beşiktaş'taki sosyal mekânların gelişimi değerlendirilmiştirItem Konya-Hatunsaray (Lystra) Ve Çevresindeki Su Yapıları(Ankara Üniversitesi, 2023) Mutlu, Mehmet; Bozkurt, TolgaKonya’nın 35 km kadar güneybatısında, merkez Meram ilçesine bağlı Hatunsaray mahallesi Türk çağında, Likaonya’nın meşhur kentlerinden antik Lystra üzerinde kurulmuştur. Yeni Ahit’te, Aziz Pavlus’un Anadolu’da Hıristiyanlığı yaymak üzere gerçekleştirdiği seyahatlerinde uğradığı kentler arasında adı geçen Lystra/Hatunsaray ile birlikte yine yakın civarda yer alan Kilistra/Gökyurt, Botsa/Güneydere ve Detse/Yeşildere; Kapadokya ve Frigya’dakilere benzer, kaya oyma tekniğinde dini ve sosyal yapılarıyla dikkat çeken yerleşimlerdir. Hatunsaray ve çevresinde 2012-2013 yılları arasında gerçekleştirdiğimiz yüzey araştırmalarında, bölgedeki tarihi su yapılarının coğrafi koşullar altında tasarlanmış; başta içme ve zirai kullanım olmak üzere temizlik ve ulaşım gibi temel yaşamsal ihtiyaçları karşılamaya yönelik üretilmiş mimari çözümler oldukları görülmüştür. Burada incelenen 3 çamaşırhane, 13 çeşme, 8 köprü ve 7 sarnıç Hatunsaray ve çevresinin Türk döneminde canlanan sosyoekonomik hayatına ve bölgedeki sınırlı su kaynaklarının tarih içindeki kullanımına dair maddi kültür verileridir. Bölgede özellikle, Roma çağında yaygınlık kazanan kaya oyma sarnıç yapımının Türk döneminde de devam ettiği ve hidrolik özellikleri ile bölgeye has bir su depolama tekniğinin geliştiği söylenebilir. Ayrıca, çeşme kitabelerinden su kültürü ve halk mimarisinde yapı yönetimi hakkında özgün çıkarımlar yapılabilmektedir. Selçuklu ilçesi Sille Çamaşırhanesi’nden başka Konya’daki diğer üç çamaşırhane Gökyurt’tadır. Öte yandan Hatunsaray’ın Konya - Antalya ve Alanya kervan yolu üzerinde bulunması ve irili ufaklı akarsular çok sayıda köprü yapımını gerektirmiştir. Araştırma bölgesinin dini ve sivil mimarisini ele alan çalışmalarda su yapıları özelinde mimarlık, sanat tarihi ve yerleşim arkeolojisi yönlerinden bir değerlendirilmeye gidilmemiştir. Bu çalışmada; konunun sınırları ve önemine değinilen giriş bölümünü takiben Hatunsaray ve çevresinin tarihsel topografyası ana hatlarıyla tanımlanmış, Türk su mimarisi içinde bölge yapılarının karakteristik özellikleri belirlenerek, kentsel arkeoloji açısından taşıdıkları değere dikkat çekilmiş ve araştırma sonuçlarıyla birlikte ayrıntılı bir yapı kataloğuna yer verilmiştir.Item Cumhuriyetten Günümüze Türkiye'de Çince Eğitiminin Tarihsel Gelişimi(Ankara Üniversitesi, 2024) Ceylan, Fatma Ecem1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bünyesinde Sinoloji Kürsüsü kurulmuştur. Sinoloji Kürsüsü’nün kurulmasıyla birlikte kürsünün başkanlığına Alman Türkolog Prof. Dr. Anne Marie von Gabain getirilmiştir. Akabinde ise 1937 yılında görevi değerli Sinologlardan biri olan Prof. Dr. Wolfram Eberhard devralmıştır. Bu iki kıymetli profesör alana katkı sağlayacak Türk öğrenciler yetiştirmiş ve ülkemizdeki Çince öğretiminin temellerini atmıştır. Bugün Profesör von Gabain, Profesör Eberhard ve bizzat Eberhard tarafından yetiştirilen ilk Türk kadın Sinologumuz Prof. Dr. Muhaddere Nabi Özerdim’in bıraktığı miras ile Sinoloji gelişimini sürdürmeye devam etmektedir. Günümüzde Ankara Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’nde faal olan Çince programları ve ilköğretim- ortaöğretim kurumlarında verilen Çince dersleri ile birlikte her yıl yüzlerce öğrenci Çince öğrenmektedir. Çalışmamızın amacı, Cumhuriyetten günümüze kadar Türkiye’de yabancı dil olarak Çince eğitiminin safhalarını incelemektir. Bununla birlikte gelecek nesillere ülkemizdeki Çince öğretiminin ne zaman başladığına ve nasıl devam ettiğine dair ışık tutmaktır.Item Tang Hanedanlığı Dönemi Yazarlarından Yuan Zhen'ın Yingying'in Hikâyesi Başlıklı Eseri Hakkında Bir İnceleme(Ankara Üniversitesi, 2023) Öztürk, Nuray PamukTang Hanedanlığı (618-906) dönemi Çin edebiyatının gelişmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Hanedanlığın kuruluşundan önceki dönemlerde yaşanan savaşlar, edebiyat ve sanata fazla gelişme imkânı sunmamıştır Hanedanlığın yıkılmasından sonra kurulan Song Hanedanlığı ise tiyatroya daha çok önem verdiği için şiir ve nesir gibi edebi türler çok az gelişme şansı bulabilmiştir. Bu bakımdan Çin edebiyatında en fazla yazarın yetiştiği ve eserin üretildiği dönem Tang Hanedanlığı dönemidir. Tang edebiyatında şiir çok önemli bir yere sahiptir. Şiirde yaşanan gelişmeler diğer edebi türlerin gelişmesine de yardımcı olmuştur. Bazı eserlerde şiirler ve nesirler birlikte kullanılmıştır. Tang döneminde de diğer dönemlerde olduğu gibi aşk ve sevgi konulu pek çok edebi eser üretilmiştir. Bu eserlerden bir tanesi Yingying’in Hikâyesi’dir (莺莺传). Yingying’in Hikâyesi, en bilinen klasik Çin aşk hikâyelerindendir. Yuan Zhen (元稹) (779-831) tarafından yazılan eser Yuan Hanedanlığı (1280-1368) dönemi tiyatro yazarlarından Wang Shifu (王实甫) (1260-1307) tarafından operaya dönüştürülmüştür. Hikâyenin tiyatro eserine dönüştürülmesi, daha geniş kitlelere ulaşmasına imkân sağlamıştır. Hikâye, biçimsel olarak nesir tarzında yazılmıştır. Ancak yazar anlatımda farklı teknikler kullanmış, şiirler ve diyaloglara geniş yer vermiştir. Hikâyenin sonunda yazar kendisini baş erkek karakter Zhang Sheng’ın arkadaşı olarak göstermiştir. Bu sebeple hikâye, bazı araştırmacılar tarafından yazarın otobiyografik bir eseri olarak nitelendirilmektedir. Bu çalışmada, Tang dönemi Çin edebiyatından, yazar Yuan Zhen’ın biyografisi ve edebi üslubundan bahsedilecektir. Yingyin’in Hikâyesi kısaca anlatılacak; hikâyenin biçimsel özellikleri ve işlediği tarihi sürecin hikâyeye yansıması hakkında bilgi verilecektir.Item Yunan Tıbbında Doğa Kavrayışı Ve Hippokrates: Meteorolojik Tıp(Ankara Üniversitesi, 2023) Yalazı, EsraHippokrates doğa filozofları ve özellikle Herakleitos’tan aldığı doğa (physis) kavramını tıbbi hedeflerinin ve hekim kimliğinin ötesinde bir filozof gibi yeniden yorumlamıştır. Bu çabası doğa felsefesinde doğa-beden analojilerinin epistemolojik bir yöntem olarak benimsenmesine yol açmıştır. Ancak Hippokrates’i sonraki kuşaklara kendisi de bir hekim ve doğa filozofu olan Galenos aktarmıştır. Galenos’un, Hippokrates’ten etkilenen Platon ve Aristoteles’in çizgisindeki Stoacı ve Orta Platonculara karşı Hippokrates’i öne çıkardığı görülmektedir. Bu iki hekimin, insan doğasını evrenin doğasından üstün tutarak keşfetmeye çalışmaları onları ana akım felsefeden ayrı bir çaba içerisinde göstermekle birlikte bu çabanın ayrı bir kavramsal gelişimi tetiklediği de görülmektedir. Meteorolojik tıp olarak tanımlanabilecek bu kavram doğa ve insan bedeni arasında kurulan analoji çerçevesinde tıp ile meteoroloji ve astronomi bilimlerinin gelişimini karşılıklı bir sürece yöneltmiştir. Ancak bu analojinin arka planında bir ahlaki gerekçenin bulunduğu da yadsınmamalıdır. Buna karşılık bu antik mirası etik bağlamından doğa felsefesine doğru yönlendiren İbni Sina’nın gözleme dayalı pratiği 17. yy.a kadar karşılık bulmuştur. 17. yy.da aletsel meteorolojik ölçümler, doğa-insan analojisinin iklim-sağlık korelasyonuna evrilmesini sağlamıştır. Bu sayede meteorolojik tıp 18. yy.da eriştiği nihai çerçeveye kavuşmuştur. Çalışmanın amacı meteorolojik tıbbın sunduğu epistemolojik ve etik çerçeve ile günümüz insanına geçmişten gelen bir bakış açısı sunmaktır.Item Carnap Ve Neurath'ın Feminist Bilim Felsefesi Açısından Olası Bir Değerlendirmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çevik, DinçerGüncel feminist bilim felsefesinin güncel bilim pratiğinin günümüzdeki hali ile ilgili kuşkuları vardır. Feminist bilim felsefesinin temel iddiası kabaca şu şekilde ortaya konulabilir: Güncel bilim pratiği ve onun ürünleri erkek egemen değerler tarafından tahakküm edilmekte ve bu tahakküm ilişkisi de bilimin rasyonel ve evrensel olması iddialarına gölge düşürmektedir. Bilim felsefesi tarihinde önemli bir yer tutan Viyana Çevresi, özellikle bazı üyelerinin yaklaşımları ve kavram setleriyle feminist bilim felsefesi tarafından eleştirilen noktaların analizinde ve daha iyi hale getirilmesinde rol oynayabilir. Viyana Çevresi tarafından benimsenen dünyanın bilimsel kavranışı günlük hayatın, bilimin ve aydınlanmacı değerlerin eşliğinde reforme edilmesi için modernist politikaların belirlenmesinde rehber görevi görür. Bu bağlamda Viyana Çevresi’nin aydınlanmacı amaçlarına erişmek için kurguladıkları ve kullandıkları felsefi kavramlar ve çerçeveler güncel feminist bilim felsefesi tarafından dile getirilen iddialar ile ilgili önemli olanaklar ve ilişkiler barındırmaktadır. Örneğin Rudolf Carnap’ın kavram mühendisliği ile ilgili çalışmaları Sally Haslanger’in iyileştirilebilir kavramlar yaklaşımı için tamamlayıcıdır. Benzer şekilde, Otto Neurath’ın bütünselciliği, anti-temelciliği ve yardımcı güdüler yaklaşımı ampirik açıdan benzer yeterlilikte olan teorilerin tercihi üzerine düşünmemiz için yardımcı olmaktadır. Bu anlamda Viyana Çevresi’nin en azından bazı üyeleri güncel feminist bilim felsefesinin bilim pratiği ile ilgili dile getirdiği problemlerin tartışılmasında potansiyel faydalar barındırmaktadır. Öte yandan Viyana Çevresi’nin Carnap ve Neurath ile birlikte feminist bilim felsefesi tartışmalarında dile getirilen bütün problemleri çözebileceğini iddia etmeyeceğim. Daha ziyade, onların bilim pratiğine yaklaşımlarının ve bazı kavramsal araçlarının feminist bilim felsefesi programı ile yakın benzerlikler taşıdığını göstermeyi amaçlıyorum.Item Dârülfünûn Hocası Salih Zeki’nin Fizik Tarihi Konulu İki Makalesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Kökcü, AyşeNewton fiziği; daima hareketsiz ve aynı kalan mutlak bir mekâna, mutlak bir zamana ve üç boyutlu Öklid geometrisine ihtiyaç duymaktaydı. 19. yüzyıl sona ererken matematik alanında Öklid dışı geometriler, fizik alanında elektrik ve elektromanyetik alan teorisi gibi yeni teorilerin ortaya çıktı. Diğer taraftan; radyoaktivite, x-ışınları ve radyo dalgalarının keşfi gibi gelişmeler mevcut klasik mekanikle açıklanamıyordu. Dolayısıyla 20. yüzyılın başında mekanik fizik yasalarının üzerine yapılan tartışmaların odağında, fiziğin temel kavramları olan; ışık, madde, ısı ve enerjinin mahiyetinin ne olduğu sorusu bulunmaktaydı. Söz konusu dönem, klasik fizikten modern fiziğe geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Bu makalede fizikçiler arasında kutuplaşmanın ve ayrışmanın had safhada olduğu 1. Dünya Savaşı öncesi yıllarda, mekanik fizik ilkeleri konusunda Osmanlı aydınlarının tutumunun ne olduğu sorusu Salih Zeki’nin 1916 yılında Dârülfünûn’da vermiş olduğu iki konferans çerçevesinde ele alınmıştır. Osmanlı’nın modern anlamda açılmış ilk üniversitesi olan Dârülfünûn’da hem matematik hem de fizik bölümlerinin başında olan isim, 1921 yılında vefat eden Salih Zeki’dir. Bu münasebetle mekanik fizik üzerine tartışmaların Osmanlı’da yansımaları hakkında başvurulacak isimler arasında ilk sırada Salih Zeki gelmektedir. Öncelikle 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı itibariyle tartışılan fizik problemleri hakkında kısaca bilgi verilecektir. Sonrasında Salih Zeki’nin konferanslarının mahiyeti, kaynağı ve son olarak Osmanlı bilim tarihi açısından değeri tespit edilmeye çalışılacaktır.Item Veri Madenciliğinin Önemi Ve Kütüphanelerde Kullanımı(Ankara Üniversitesi, 2023) Doğan, Korcan; Arslantekin, SacitVeri madenciliği farklı kaynaklardan toplanan büyük ölçekli verilerden örüntüler bulmak ve anlamlı sonuçlar çıkarabilmek için en önemli yöntemlerden biridir. Kütüphanelerin de farklı kaynaklardan veri toplayabilmesi ve bu verilerden veri madenciliği ile anlamlı sonuçlar çıkarabilmesi için önemlidir. Bu noktadan hareketle çalışmada “Kütüphanelerin veri madenciliği tekniklerini kullanarak, işlem ve hizmetlerinde yeni örüntüler elde etmesi ve bunları karar destek süreçlerine yansıtarak yeni hizmet modelleri geliştirmek için kullanabilmeleri mümkündür.” ana hipotezi oluşturulmuştur. Araştırmada kuramsal temelin oluşturulması amacı ile literatür taraması yapılmıştır. Bu aşamada veri madenciliği, veri madenciliği ile ilgili kavramlar, veri madenciliği modelleri, veri madenciliği süreçleri vb. kavramlar yapılan ulusal ve uluslararası çalışmalar doğrultusunda incelenmiş, kütüphanelerde veri madenciliğinin kullanım alanlarına ve uygulamalarına yer verilmiştir. Araştırma sonucunda veri madenciliği süreciyle elde edilen bulgulara ve değerlendirmelere yer verilmiş, ana hipotez ve alt hipotezler doğrulanmıştır.Item Türkiye'de Kültürel Mirasın Korunmasına Yönelik Proaktif Mücadele Arayışı: Tespitler Ve Model Önerisi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çalışkan, AykutKültürel miras, kültür varlıklarının şeklen büründüğü yapıların ötesinde kolektif hafızaya içkin bir görünümü serimlemektedir. Bu durum düşünsel boyutta kültürel miras kavramına açıklama sunarken, somut düzlemde kültürel varlıkların korunmasını ve sürdürülebilirliğini öne çıkarmaktadır. Pro-aktif mücadelenin karşılığı ise kamusal sorumluluğu ilgilendirmesi açısından kültürel mirasın korunmasına yönelik parametrelerin belirlenmesi ile olası hale gelmekte ve uygulanması gereken sorumluluğun tespit edilmesiyle fiili bir anlam kazanmaktadır. Bu çalışma ile yapılmak istenen; kültürel mirasın korunmasına yönelik toplumsal ve kültürel dinamikleri keşfetmek ve aralarındaki olası ilişkiyi modelleyebilmektir. Eklektik anlayışa dayalı geliştirilen bu çabanın arkasında, kültürel mirasın korunmasına yönelik bireysel, toplumsal ve kültürel açıdan öne çıkan değişkenleri keşfetme arayışı bulunmaktadır. Araştırmada belirlenen sorunsalın saha verileri üzerinden çözümlenmesi hedeflenmiştir. Bu çerçevede çalışmanın metodolojisi inşa edilirken betimsel ve korelasyonel istatistiklerden elde edilen sonuçlar dikkate alınmış, makro veriler yordamıyla ilişkisel bir araştırma deseni tercih edilerek ikincil veriler analiz edilmiştir. Kültürel varlıkların zarar görmesine sebep olan eylemlerin etki ve değişim alanlarının belirlenmesi amacıyla oluşturulan modelde; izinli define çalışması ile kazı ve yüzey araştırmalarının önemi keşfedilmiştir. Kültürel mirasın korunabilmesi için uygulamada yer alan geleneksel tedbirlerin yanında toplumsal bilinç ve farkındalık ile pekiştirilen önlemlere ağırlık verilmesinin faydalı olacağı değerlendirilmiştir.Item The Dıary Form And Gender As Subversıve Categorıes In Djuna Barnes's The Lydıa Steptoe Storıes(Ankara Üniversitesi, 2023) İpekçi, YeşimThe American-English writer Djuna Barnes (1892-1982) has been an influential figure in the English modernist fiction. Her works challenge the conventional approaches to sex/gender categories through experimentation on the level of both context and form. Barnes’s tendency to uncover the fluidity of subjectivity and disrupt the Cartesian understanding of the stable Self particularly shows itself in her problematization of genre categories. In other words, she offers a radical critique of “naturalized” gender/sex categories in her works by re-formulating a wide range of genres. Reading her three short stories, written under the pseudonym Lydia Steptoe, this study aims to explore how she plays with the diary form and why she locates it within the genre of short story. It argues that Barnes’s “The Diary of a Dangerous Child” (1922), “The Diary of a Small Boy” (1923), and “Madame Grows Older: A Journal at the Dangerous Age” (1924) shed light on the feminist/poststructuralist notion of the subject-in-the-making through the re-appropriation of the diary form within the genre of short story. Her experimentation on the genre functions to lay bare the production and destabilisation of gender boundaries, and thus, presents diary writing as part of storytelling as a subversive act witnessing and/or contributing to the ontological becoming of subjects.Item A Study Of Foregroundıng: Samuel Beckett’s Short Story “Pıng”(Ankara Üniversitesi, 2023) Şahin, UfukThis study investigates the foregrounded patterns inosculated to form Nobel Prize-winning author, critic, and playwright Samuel Beckett’s short story “Ping” and aims to reveal his purpose of using these patterns. One of the remarkable contributions of Russian Formalism and Prag School Structuralism to stylistics is the concept of foregrounding by which writers bring a particular textual pattern (a phoneme, word, phrase, clause, etc.) to the fore by making it salient or deviant from what surrounds it to draw readers' attention to it and to make it both memorable and interpretable. Beckett, like many authors, takes two basic ways to foreground certain elements: foregrounding-through-deviation and foregrounding-through-parallelism/repetition. Besides its confinement to a single paragraph, from the beginning, the story stands out with the omission of punctuation marks, except for the full stop, sentences with no verb or with only non-finite verbs (the present and past participles), and the conversion of some adjectives into verbs. These deviant patterns enable Beckett to present a free-flowing form of (limited or impaired) consciousness and emphasize that the character is in his/her very last moment and s/he cannot move. By doing so, he invites readers to immerse themselves unreservedly in what the character feels or perceives. To reflect an instance of awareness or perception in an extreme situation where the character is on the brink of existence or non-existence and is struggling to find some meaning, Beckett also adopts other foregrounded patterns such as the repetition of a limited number of words and phrases with some alterations, employment of certain nouns in different positions in the sentences, and sentences that begin with particular words or phrases but end differently. Apart from those, Beckett offers another example of foregrounding at the end of the English version. Thus, he makes the readers aware of the fictionality of the story.d patterns such as the repetition of a limited number of words and phrases with some alterations, employment of certain nouns in different positions in the sentences, and sentences that begin with particular words or phrases but end differently. Apart from those, Beckett offers another example of foregrounding at the end of the English version. Thus, he makes the readers aware of the fictionality of the story.Item “The Web Of Cırcumstance”: The Unjust Judıcıal System And The Dısenfranchısement Of Blacks Vıa Presumptıon Of Crımınalıty In Chesnutt(Ankara Üniversitesi, 2023) Gümüş, Gamze KatıCharles Chesnutt's 1899 short story “The Web of Circumstance” criticizes the post-Reconstruction American South by demonstrating the unjust conviction and defamation of the main character Ben Davis. The 13th Amendment that abolished slavery becomes crucial to understand Ben's conviction for this amendment allowed white Americans to reenslave the black man, continuing to exploit the labor value of the black body after the abolition. In the story, Chesnutt utilizes themes of property acquisition, citizenship and incarceration to complicate the status of the black man's social elevation in post-Reconstruction South. The first part of this paper focuses on property acquisition as a form of success according to the late 19th century American economic values. As I analyze the importance of property for the freed black man to create an agency in the Reconstruction South, W.E.B. Du Bois, Cheryl Harris and Richard Brodhead will draw the theoretical framework behind the defamation of Ben Davis. The problematic property ownership of Ben Davis is analyzed with a focus on American judicial system and Du Bois' thoughts on the entitlement and the disenfranchisement of the black man after the Reconstruction. The second part of the paper concentrates on the presumed criminality of Ben Davis as a novel form of the black man's exclusion from social and financial elevation in the post-Reconstruction South. Foucault's ideas on the sovereign's authority to kill as well as how this complete sovereignty to obliterate the subject turns the person into the unmournable homo sacer of Agamben and Mbembe will be discussed in the second part in relation to Ben Davis. In the end, the systematic disenfranchisement of the black man in Chesnutt's story through hyper-criminalization will be demonstrated as an outcome of the unjust judicial system of the United States of America.Item Bulgar Yazar Nikolay Haytov'un Keçi Boynuzu Başlıklı Öyküsünde Türk İmgesi(Ankara Üniversires, 2023) Çölmekçioğlu, FilizOsmanlı Devletinin Balkan topraklarını kaybetmesindeki en önemli nedenlerden biri de 19. yüzyılda etkisini gösteren milliyetçilik akımıdır. Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olmasına neden olan bu ulusal bilinç, yazılı metinler sayesinde gerçekleşir. Bu yazılı metinlerde Bulgar halkına kimliklerini unutmamaları gerektiği hatırlatılırken Osmanlı ve Türklere karşı da olumsuz bir tutum sergilenmiştir. Din adamlarının da katkılarıyla ortaya çıkarılan olumsuz Türk imgesi Bulgar halkını ayaklanmaya çağırmıştır. Bulgar Prensliğinin kurulması ile bu olumsuz imge edebi eserlerde etkisini azaltmış ancak sistemli olarak devam etmiştir. Nikolay Haytov’un da aralarında bulunduğu bu edebiyatçılar Türklere olan bu düşmanlığın unutulmaması için büyük çaba sarf etmişlerdir. Türklerle ilgili olumsuz ifadelerin yer aldığı bu metinlerden bazıları, geniş kitlelere ulaştırılması için beyaz perdeye aktarılmış ya da tiyatroya uyarlanmıştır. Nikolay Haytov’un “Yaban Öyküleri” kitabında yer alan “Keçi Boynuzu” başlıklı öyküsü bu bağlamda Bulgar edebiyatında büyük ses getirmiş ve iki kez beyaz perdede sergilenmiştir. Eserde yer alan bu olumsuz Türk imgesi Bulgar halkı için büyük önem taşımıştır. Çalışmamızda Nikolay Haytov’un en önemli eserlerinden biri olan “Keçi Boynuzu” öyküsündeki olumsuz Türk imgesi incelenecektir.Item Poetry As Natıonal Art: Carol Ann Duffy's Polıtıcal Poetry As The Poet Laureate(Ankara Üniversitesi, 2023) Öztürk, Özlem AydınWhen Carol Ann Duffy became Britain's first female poet laureate in 2009, it was a surprise as Duffy has always been a political poet with very harsh criticism of government policies in her works. However, she made it clear that she would not be writing poems for the monarchy and the royal occasions unless she feels to. In an interview with Andrew McAllister in 1988, Carol Ann Duffy stated that her intention as a poet is "to present it, as it is" (72). She added, "poets don't have solutions, poets are recording the human experience." This manifesto informs her work as her political poems illustrate life in the multicultural Britain of the 1980s and 1990s with a close observation of the underprivileged and deprived in Standing Female Nude (1985), Selling Manhattan (1987), and The Other Country (1990). Duffy's laureate poems also reflect her concern to speak for the unvoiced, as for Duffy "poetry provides an important alternative voice to journalists or pundits or academics as a way of dealing with things that matter to us all" (Wroe, 2014, para 1). Thus, this paper is concerned with the political aspect of Duffy's laureate poems, focusing on her political poetry written during her poet laureateship between the years 2009-2019 mainly targeting politicians and highlighting public concerns. Accordingly, she speaks for the public, to present the social and emotional experience of living in contemporary Britain by way of highlighting public concerns of the British people by targeting her criticism to the politicians.Item Araf’ta Yaşamak: Ivo Andriç’in Drina Köprüsü Romanında Kullanılan ‘Köprü’ Metaforunun Sınır Çalışmaları Bağlamında Değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Şeker, Melike16. yüzyılda Batı Avrupa ve Amerika’nın bazı bölgelerinde hâkim sistem olan kapitalist dünya ekonomisi, 19. yüzyılla birlikte dünyaya yayılarak evrensel niteliğine ulaşmıştır. Bu yayılma, bölgeleri kendi özgül koşulları doğrultusunda değiştirip dönüştürmüş ve beraberinde ‘eski düzen’ ile ‘yeni düzen’ arasındaki etkileşimin aynı anda var olduğu bir sisteme yol açmıştır. Bu etkileşimin yaşandığı topraklardan biri olan Balkan coğrafyasının 19. yüzyılı, Ivo Andriç’in ‘Drina Köprüsü’ adlı romanında ele alınmıştır. Kapitalist dünya sisteminin işleyişini sağlayan milli devlet, milli kimlik ve sınırlar gibi oluşumların ortaya çıkış serüveninin Drina nehri üzerinde inşa edilen Drina köprüsünün etrafında yaşananlar aracılığıyla aktarıldığı bu roman, özellikle kapitalist devletin temel özelliği olan sınırların kara hudutlarıyla belirlenmiş yapılar olarak toplumu, ‘biz’ ve ‘öteki’ olarak kurgulamanın yolunun nehir üzerine inşa edilen köprüler aracılığıyla nasıl sağlandığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Böylece Andriç’in güçlü gözlem yeteneğiyle tarihsel gerçekliklerin köprünün yapım süreci ile aktarılması, aslında sınır dediğimiz olgunun yalnızca kara hudutlarına çekilmiş bir hat olmanın ötesine taşınabileceğini göstermesi açısından özgün bir nitelik taşımaktadır. Toplumsal sınırın günlük yaşam pratikleri dolayımıyla etkileşiminin gerçekleştiği mekân olarak Drina köprüsü, toplumlar arasında ‘imkan’ olmanın yanı sıra ‘engel’ olma halinin de eş anlı üretildiği simgesel yapı olmuştur.Item The Portraıt Of A Woman Poet In Lady Mary Wroth’s Pamphılıa To Amphılantus(Ankara Üniversitesi, 2023) Seber, HandeLady Mary Wroth is considered to be one of the most prominent women writers of the Early Modern Period. She comes from the Sidney family, the members of which are well-known with their noteworthy literary accomplishments. Wroth’s Pamphilia to Amphilanthus has a significant place among the sonnet sequences and early modern women’s poetry as it is “the first sonnet sequence to be composed by an Englishwomen” (Roberts, 1982, p. 43). The Petrarchan tradition with its determined roles of a male poet and an idealized lady, along with its blazons employed to express the consequences of unfulfilled love and desire can hardy accommodate a woman who comes up with such an unaccustomed role. This article, therefore, aims at a study of Pamphilia to Amphilanthus, as a sonnet sequence to see how a woman poet manages to employ the sonnet tradition in her own way. How Wroth as a woman poet accommodated herself and her persona to the poetic tradition of the time will be the main point of argumentation. It is in this respect that, the focus will be on Pamphilia and how she is represented with a new role. She is depicted as a woman with a voice, talking about her experience and the destructive outcomes of grief, quite often questioning the nature of love. Pamphilia appears not as the silent object of some other poet’s work, but writing her own poems, metaphorically redefining her place in the literary production. Furthermore, Wroth’s choice of genre, how she employed and revised it, the role she assigned to the female speaker, the major themes, along with her ideas on writing as a woman poet will be further elaborated on.Item Küçük Bir Rus Göçmenin Devrim, Göç Ve İstanbul Anıları(Ankara Üniversitesi, 2023) Günal, E.zeynepRusya’da iç savaş sürecinde Ekim Devrimiyle uzlaşamadıklarını ve soylularla zenginlerin hâkim olduğu çarlık rejimini yıkarak politikasını eşitlik ilkesi üzerine kurmakta olan sosyalist düzen içerisinde yaşamlarını sürdüremeyeceklerini anlayan soylu kesim, bir grup aydın, sıradan halkın bir bölümü ve Beyaz Ordu askerleri dönmemek üzere ülkeyi terk ederler. Bu, göçün 1920 Kasımından itibaren başlayan ilk dalgasıdır. Yerleştiği Fransa’da doksan beş yaşında yaşama veda eden Zinaida Şahovskaya da (1906-2001) ailesiyle birlikte bu dalganın sürüklediği kişilerdendir. Yazar, şair ve çevirmen olarak yoluna devam eden Şahovskaya, “Böyleydi Yaşadığım Yüzyıl” (Takov moy vek, 2006) adlı tüm yaşamını anlattığı anı kitabında çocukluk dönemine rastlayan o yılları da kaleme alır. Çalışmada kitabın “Işık ve Gölgeler” (Svet i teni), “Yaşam Biçimi” (Obraz zhizni) ve “İstanbul” (Konstantinopol) başlıklı bölümleri üzerinde durulacaktır. Şahovskaya, köklü ve soylu bir ailenin kızı olarak, Ekim Devrimi’ni ve ardından gelen iç savaş sürecini anlatırken olayları kendi bulunduğu sınıfın bakış açısıyla değerlendirir. Kısa bir deyişle devrime ve getirdiklerine karşıdır. Şahovskaya ve ailesinin değişim rüzgârıyla gelen zorunlu göçlerinin ilk durağı İstanbul’dur. Şahovskaya’nın İstanbul’daki anıları özellikle Büyükada ve kozmopolit Pera yani Beyoğlu çerçevesinde bir araya getirilmiştir. Çerçevenin içindeki tabloda ise on dört yaşındaki bir kız çocuğunun Doğu’nun tipik temsilcisi olan farklı bir şehirdeki yaşamı, okul günleri ve diğer Rusların yaşam mücadelesi resmedilir. Şahovskaya Ruslar açısından tarihsel dönüm noktası sayılan Beyaz Ordu askerleriyle ailelerinin İstanbul’a gelişine de şahit olur. Tüm bunların küçük bir kız çocuğunun gözüyle anlatılması ve çağdaş Mustafa Kemal Türkiye’sinin filizlenme aşamasına da değinmesi Şahovskaya’nın anılarına ayrıcalık kazandırmıştır.