Cilt:63 Sayı:01 (2023)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:63 Sayı:01 (2023) by Title
Now showing 1 - 20 of 31
Results Per Page
Sort Options
Item A Study Of Foregroundıng: Samuel Beckett’s Short Story “Pıng”(Ankara Üniversitesi, 2023) Şahin, UfukThis study investigates the foregrounded patterns inosculated to form Nobel Prize-winning author, critic, and playwright Samuel Beckett’s short story “Ping” and aims to reveal his purpose of using these patterns. One of the remarkable contributions of Russian Formalism and Prag School Structuralism to stylistics is the concept of foregrounding by which writers bring a particular textual pattern (a phoneme, word, phrase, clause, etc.) to the fore by making it salient or deviant from what surrounds it to draw readers' attention to it and to make it both memorable and interpretable. Beckett, like many authors, takes two basic ways to foreground certain elements: foregrounding-through-deviation and foregrounding-through-parallelism/repetition. Besides its confinement to a single paragraph, from the beginning, the story stands out with the omission of punctuation marks, except for the full stop, sentences with no verb or with only non-finite verbs (the present and past participles), and the conversion of some adjectives into verbs. These deviant patterns enable Beckett to present a free-flowing form of (limited or impaired) consciousness and emphasize that the character is in his/her very last moment and s/he cannot move. By doing so, he invites readers to immerse themselves unreservedly in what the character feels or perceives. To reflect an instance of awareness or perception in an extreme situation where the character is on the brink of existence or non-existence and is struggling to find some meaning, Beckett also adopts other foregrounded patterns such as the repetition of a limited number of words and phrases with some alterations, employment of certain nouns in different positions in the sentences, and sentences that begin with particular words or phrases but end differently. Apart from those, Beckett offers another example of foregrounding at the end of the English version. Thus, he makes the readers aware of the fictionality of the story.d patterns such as the repetition of a limited number of words and phrases with some alterations, employment of certain nouns in different positions in the sentences, and sentences that begin with particular words or phrases but end differently. Apart from those, Beckett offers another example of foregrounding at the end of the English version. Thus, he makes the readers aware of the fictionality of the story.Item Araf’ta Yaşamak: Ivo Andriç’in Drina Köprüsü Romanında Kullanılan ‘Köprü’ Metaforunun Sınır Çalışmaları Bağlamında Değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Şeker, Melike16. yüzyılda Batı Avrupa ve Amerika’nın bazı bölgelerinde hâkim sistem olan kapitalist dünya ekonomisi, 19. yüzyılla birlikte dünyaya yayılarak evrensel niteliğine ulaşmıştır. Bu yayılma, bölgeleri kendi özgül koşulları doğrultusunda değiştirip dönüştürmüş ve beraberinde ‘eski düzen’ ile ‘yeni düzen’ arasındaki etkileşimin aynı anda var olduğu bir sisteme yol açmıştır. Bu etkileşimin yaşandığı topraklardan biri olan Balkan coğrafyasının 19. yüzyılı, Ivo Andriç’in ‘Drina Köprüsü’ adlı romanında ele alınmıştır. Kapitalist dünya sisteminin işleyişini sağlayan milli devlet, milli kimlik ve sınırlar gibi oluşumların ortaya çıkış serüveninin Drina nehri üzerinde inşa edilen Drina köprüsünün etrafında yaşananlar aracılığıyla aktarıldığı bu roman, özellikle kapitalist devletin temel özelliği olan sınırların kara hudutlarıyla belirlenmiş yapılar olarak toplumu, ‘biz’ ve ‘öteki’ olarak kurgulamanın yolunun nehir üzerine inşa edilen köprüler aracılığıyla nasıl sağlandığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Böylece Andriç’in güçlü gözlem yeteneğiyle tarihsel gerçekliklerin köprünün yapım süreci ile aktarılması, aslında sınır dediğimiz olgunun yalnızca kara hudutlarına çekilmiş bir hat olmanın ötesine taşınabileceğini göstermesi açısından özgün bir nitelik taşımaktadır. Toplumsal sınırın günlük yaşam pratikleri dolayımıyla etkileşiminin gerçekleştiği mekân olarak Drina köprüsü, toplumlar arasında ‘imkan’ olmanın yanı sıra ‘engel’ olma halinin de eş anlı üretildiği simgesel yapı olmuştur.Item Azerbaycan’da Sovyet Rejiminin Kuruluşu Ve Sovyet Karşıtı Ayaklanmalar(Ankara Üniversitesi, 2023) Özdemir, BurcuAzerbaycan’da 1918-1920 yılları arasındaki kısa süreli bağımsızlık sürecinin ardından, 28 Nisan 1920 tarihinde Sovyet egemenliği tesis edildi. Sovyet idaresi altındaki Azerbaycan’da, 1920’li yılların başlarında ve 1930’lu yıllarda çeşitli sebeplerle çok sayıda ayaklanma meydana geldi. İsyancılar, Devlet Siyasi İdaresi’nin (GPU) raporlarında “haydut” (kaçak) olarak adlandırılmıştır. İsyanlardan en önemlisi, yaşanan 1920 Gence ayaklanmasıydı. 25-26 Mayıs 1920'de Gence şehrinde başlayan bu isyan 6 gün sürecekti. Gence isyanı belirgin bir siyasi karaktere sahipti. Ayaklanmanın amacı Azerbaycan'ı Sovyet işgalinden kurtarmak ve komünist rejime son vermekti. 25-26 Mayıs gecesi başlayan ayaklanma sırasında isyancılar hızla kontrolü ele geçirdi. 29 Mayıs'ta isyancılara yapılan Bolşevik saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı ve ardından Ordu Komutanlığı şehirdeki askeri gücünü daha da güçlendirdi. XI Kızıl Ordu Komutanlığı Gence'ye ek kuvvetler getirdi. Sovyet yetkililerinden gelen bilgilere göre, Bolşeviklerin 31 Mayıs'ta saldırısı o gün ayaklanmanın bastırılmasına yol açtı. İsyan akşama kadar tamamen bastırıldı. Gence ayaklanmasından sonra Mayıs 1920’de Karabağ'ın çeşitli şehirlerinde (Şuşa, Ağdam, Barda) yeni protestolar ve huzursuzluklar baş gösterdi. 1920’li yıllar boyunca meydana gelen ve Sovyet yönetimini oldukça uğraştırmış görünen bu isyanlardan sonra, bu kez Sovyet yönetiminin 1930’larda başlattığı kolektivizasyona karşı bir tepki olarak ayaklanmalar oldu. Bunlardan ilki, 1930 yılının baharında Nuha’nın Zakatala ilçesinde gerçekleşti. Tüm bu isyanlar, kaynaklarda çoğunlukla, “Sovyet-karşıtı isyanlar” olarak tanımlandılar. Peki bu ifade mevcut durumu açıklayan objektif bir tanımlama mıydı, yoksa aksini iddia etmek mümkün müydü? Bu çalışmada, Azerbaycan’da Sovyet döneminde meydana gelen isyan hareketleri ve bunların hangi sebeplerle meydana geldikleri incelenecektir. Böylece bunların, kaynaklarda tanımlandığı şekilde “Sovyet-karşıtı isyanlar” mı oldukları yoksa sadece Sovyet yönetiminin bazı uygulamalarına yönelik hoşnutsuzluğun bir sonucu mu oldukları sorusu cevaplanmaya çalışılacaktır.Item Beden, Dharma Ve Buddhalık: Budist Felsefeye İlişkin Eski Uygurca Fragmanlar(Ankara Üniversitesi, 2023) Uzunkaya, UğurBozkır Uygur Kağanlığı’nın 840 yılında yıkılmasından sonra Uygurların bir kısmı Gansu bölgesine bir kısmı da Turfan bölgesine göç etmişlerdir. Bu bölgelerde iki ayrı devlet kuran Uygurlar bölgedeki etnik çeşitliliğin neticesinde farklı dinî ve kültürel çevrelere girmişlerdir. Burada bu kültürel çevrelerden etkilenmişler ve kendileri de bu çok kültürlü yapıya katkı sunmuşlardır. Türklerin Budizm ile tanışıklığı her ne kadar I. Doğu Türk Kağanlığı’na kadar uzansa da Uygurlar bu bölgede Budizm’e büyük ilgi göstermişler ve neticesinde Sanskritçe Budist külliyata ilişkin eserlerin tercümesine başlamışlardır. Bu tercüme faaliyetleri, beraberinde Budist Eski Uygur edebiyatının inkişafını sağlamıştır. Neticede Hindistan menşeli ve temelleri milat öncesinde atılan bu felsefi inanış sistemine ilişkin muhtelif tür ve konuya sahip bir yazın meydana gelmiştir. Budizm’in farklı ekollerine ilişkin bu metinlerin tercümesi sayesinde Uygurlar, Türkçe için oldukça önem arz eden felsefi bir dil meydana getirmişlerdir. Şimdiye kadarki yapılan araştırmalarda Budist Eski Uygurca edebiyata ilişkin birçok eserin Sanskritçe Budist külliyattaki yeri belirlenmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte Sanskritçe Budist külliyatla henüz ilişkilendirilememiş metin parçaları da muhtelif kütüphane ve müze arşivlerinde korunmaktadır. Bu çalışmada şimdiye kadar hangi metnin parçası olduğu belirlenemeyen Eski Uygurca metin parçalarına odaklanılmıştır. Yazı başta beden, dharma ve Buddhalık olmak üzere Budist felsefeye ilişkin farklı konuları ihtiva eden ve şimdiye kadar yayımlanmamış yedi Eski Uygurca fragmanın filolojik neşrini konu almaktadır. Bu yazının temelini oluşturan ve bugün Berlin Brandenburg Bilimler Akademisi Turfan Koleksiyonu’nda korunan fragmanlar şunlardır: U 2206 (T I), U 2272 (T I α), U 2278 (T I α 503, T I α), U 2333 (T I D 528; T I D), U 2424 (T II 536), U 5386 (T I α) ve U 5702 (T II T 566). Yazı çalışmaya dâhil edilen Eski Uygurca fragmanların yazı çevirimini, harf çevirimini, Türkiye Türkçesine aktarımını, metne ait açıklamalarını ve dizin/sözlüğünü içermektedir.Item Bulgar Yazar Nikolay Haytov'un Keçi Boynuzu Başlıklı Öyküsünde Türk İmgesi(Ankara Üniversires, 2023) Çölmekçioğlu, FilizOsmanlı Devletinin Balkan topraklarını kaybetmesindeki en önemli nedenlerden biri de 19. yüzyılda etkisini gösteren milliyetçilik akımıdır. Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olmasına neden olan bu ulusal bilinç, yazılı metinler sayesinde gerçekleşir. Bu yazılı metinlerde Bulgar halkına kimliklerini unutmamaları gerektiği hatırlatılırken Osmanlı ve Türklere karşı da olumsuz bir tutum sergilenmiştir. Din adamlarının da katkılarıyla ortaya çıkarılan olumsuz Türk imgesi Bulgar halkını ayaklanmaya çağırmıştır. Bulgar Prensliğinin kurulması ile bu olumsuz imge edebi eserlerde etkisini azaltmış ancak sistemli olarak devam etmiştir. Nikolay Haytov’un da aralarında bulunduğu bu edebiyatçılar Türklere olan bu düşmanlığın unutulmaması için büyük çaba sarf etmişlerdir. Türklerle ilgili olumsuz ifadelerin yer aldığı bu metinlerden bazıları, geniş kitlelere ulaştırılması için beyaz perdeye aktarılmış ya da tiyatroya uyarlanmıştır. Nikolay Haytov’un “Yaban Öyküleri” kitabında yer alan “Keçi Boynuzu” başlıklı öyküsü bu bağlamda Bulgar edebiyatında büyük ses getirmiş ve iki kez beyaz perdede sergilenmiştir. Eserde yer alan bu olumsuz Türk imgesi Bulgar halkı için büyük önem taşımıştır. Çalışmamızda Nikolay Haytov’un en önemli eserlerinden biri olan “Keçi Boynuzu” öyküsündeki olumsuz Türk imgesi incelenecektir.Item Carnap Ve Neurath'ın Feminist Bilim Felsefesi Açısından Olası Bir Değerlendirmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çevik, DinçerGüncel feminist bilim felsefesinin güncel bilim pratiğinin günümüzdeki hali ile ilgili kuşkuları vardır. Feminist bilim felsefesinin temel iddiası kabaca şu şekilde ortaya konulabilir: Güncel bilim pratiği ve onun ürünleri erkek egemen değerler tarafından tahakküm edilmekte ve bu tahakküm ilişkisi de bilimin rasyonel ve evrensel olması iddialarına gölge düşürmektedir. Bilim felsefesi tarihinde önemli bir yer tutan Viyana Çevresi, özellikle bazı üyelerinin yaklaşımları ve kavram setleriyle feminist bilim felsefesi tarafından eleştirilen noktaların analizinde ve daha iyi hale getirilmesinde rol oynayabilir. Viyana Çevresi tarafından benimsenen dünyanın bilimsel kavranışı günlük hayatın, bilimin ve aydınlanmacı değerlerin eşliğinde reforme edilmesi için modernist politikaların belirlenmesinde rehber görevi görür. Bu bağlamda Viyana Çevresi’nin aydınlanmacı amaçlarına erişmek için kurguladıkları ve kullandıkları felsefi kavramlar ve çerçeveler güncel feminist bilim felsefesi tarafından dile getirilen iddialar ile ilgili önemli olanaklar ve ilişkiler barındırmaktadır. Örneğin Rudolf Carnap’ın kavram mühendisliği ile ilgili çalışmaları Sally Haslanger’in iyileştirilebilir kavramlar yaklaşımı için tamamlayıcıdır. Benzer şekilde, Otto Neurath’ın bütünselciliği, anti-temelciliği ve yardımcı güdüler yaklaşımı ampirik açıdan benzer yeterlilikte olan teorilerin tercihi üzerine düşünmemiz için yardımcı olmaktadır. Bu anlamda Viyana Çevresi’nin en azından bazı üyeleri güncel feminist bilim felsefesinin bilim pratiği ile ilgili dile getirdiği problemlerin tartışılmasında potansiyel faydalar barındırmaktadır. Öte yandan Viyana Çevresi’nin Carnap ve Neurath ile birlikte feminist bilim felsefesi tartışmalarında dile getirilen bütün problemleri çözebileceğini iddia etmeyeceğim. Daha ziyade, onların bilim pratiğine yaklaşımlarının ve bazı kavramsal araçlarının feminist bilim felsefesi programı ile yakın benzerlikler taşıdığını göstermeyi amaçlıyorum.Item Cumhuriyetten Günümüze Türkiye'de Çince Eğitiminin Tarihsel Gelişimi(Ankara Üniversitesi, 2024) Ceylan, Fatma Ecem1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bünyesinde Sinoloji Kürsüsü kurulmuştur. Sinoloji Kürsüsü’nün kurulmasıyla birlikte kürsünün başkanlığına Alman Türkolog Prof. Dr. Anne Marie von Gabain getirilmiştir. Akabinde ise 1937 yılında görevi değerli Sinologlardan biri olan Prof. Dr. Wolfram Eberhard devralmıştır. Bu iki kıymetli profesör alana katkı sağlayacak Türk öğrenciler yetiştirmiş ve ülkemizdeki Çince öğretiminin temellerini atmıştır. Bugün Profesör von Gabain, Profesör Eberhard ve bizzat Eberhard tarafından yetiştirilen ilk Türk kadın Sinologumuz Prof. Dr. Muhaddere Nabi Özerdim’in bıraktığı miras ile Sinoloji gelişimini sürdürmeye devam etmektedir. Günümüzde Ankara Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’nde faal olan Çince programları ve ilköğretim- ortaöğretim kurumlarında verilen Çince dersleri ile birlikte her yıl yüzlerce öğrenci Çince öğrenmektedir. Çalışmamızın amacı, Cumhuriyetten günümüze kadar Türkiye’de yabancı dil olarak Çince eğitiminin safhalarını incelemektir. Bununla birlikte gelecek nesillere ülkemizdeki Çince öğretiminin ne zaman başladığına ve nasıl devam ettiğine dair ışık tutmaktır.Item Dârülfünûn Hocası Salih Zeki’nin Fizik Tarihi Konulu İki Makalesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Kökcü, AyşeNewton fiziği; daima hareketsiz ve aynı kalan mutlak bir mekâna, mutlak bir zamana ve üç boyutlu Öklid geometrisine ihtiyaç duymaktaydı. 19. yüzyıl sona ererken matematik alanında Öklid dışı geometriler, fizik alanında elektrik ve elektromanyetik alan teorisi gibi yeni teorilerin ortaya çıktı. Diğer taraftan; radyoaktivite, x-ışınları ve radyo dalgalarının keşfi gibi gelişmeler mevcut klasik mekanikle açıklanamıyordu. Dolayısıyla 20. yüzyılın başında mekanik fizik yasalarının üzerine yapılan tartışmaların odağında, fiziğin temel kavramları olan; ışık, madde, ısı ve enerjinin mahiyetinin ne olduğu sorusu bulunmaktaydı. Söz konusu dönem, klasik fizikten modern fiziğe geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Bu makalede fizikçiler arasında kutuplaşmanın ve ayrışmanın had safhada olduğu 1. Dünya Savaşı öncesi yıllarda, mekanik fizik ilkeleri konusunda Osmanlı aydınlarının tutumunun ne olduğu sorusu Salih Zeki’nin 1916 yılında Dârülfünûn’da vermiş olduğu iki konferans çerçevesinde ele alınmıştır. Osmanlı’nın modern anlamda açılmış ilk üniversitesi olan Dârülfünûn’da hem matematik hem de fizik bölümlerinin başında olan isim, 1921 yılında vefat eden Salih Zeki’dir. Bu münasebetle mekanik fizik üzerine tartışmaların Osmanlı’da yansımaları hakkında başvurulacak isimler arasında ilk sırada Salih Zeki gelmektedir. Öncelikle 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı itibariyle tartışılan fizik problemleri hakkında kısaca bilgi verilecektir. Sonrasında Salih Zeki’nin konferanslarının mahiyeti, kaynağı ve son olarak Osmanlı bilim tarihi açısından değeri tespit edilmeye çalışılacaktır.Item Efsunlu Teolojik Yaşantıdan Pozitivist Dünyaya Türk Toplumu: Tanpınar'ın Kurmaca Eserleri Üzerine Bir Çözümleme(Ankara Üniversitesi, 2023) Tarhan, BelginAhmet Hamdi Tanpınar’ın metinlerinde öne çıkan temalardan biri, kendi ifadesiyle, “medeniyet değiştirme krizi"dir. İlk bakışta Doğu-Batı, gelenek-modernlik gerilimi gibi görünen tartışma, Tanpınar’ın Osmanlı’dan Türkiye’ye toplumun geçirdiği zihinsel/bilişsel süreci anlama ve anlamlandırma uğraşının uzantısı sayılabilir. Tanpınar, uzun kurmacalarının tümünde hayal, rüya, masal gibi efsunlu bir dünyadan huzursuz uyanışa, devamında gerçekliğin bastırdığı yaşantıya doğru yol alır. Yazarın anlatılarında zaman zaman iç içe geçen üç ayrı hayat/dünya, Auguste Comte’un Batı toplumlarının dönüşümünü açıklarken başvurduğu Üç Hal Yasası’nın kavram setine yakındır. Comtecu Üç Hal Yasası’na göre, zihinsel/bilişsel olarak Batı toplumları bugünkü haline teolojik bir dünyadan metafiziğe ve son olarak da pozitif (olgucu) düzeye ulaşarak varmıştır. Comte gibi determinist ve ilerlemeci bir perspektife sahip olmayan hatta aksi istikamette bir “hayat adamı” olan Tanpınar, pozitivist felsefenin tesiri altında değildir. Yine de Comte’un dahil olduğu Aydınlanma felsefesi ile kendisini de ait hissettiği Batı medeniyeti çatısı altından dünyaya bakmaktadır. Bu çalışma, Tanpınar anlatılarında teolojik, metafizik ve pozitivist dünyanın Osmanlı’dan Türkiye’ye toplumsal ve siyasal kültüre izdüşümünü aramaktadır. Bu bağlamda Acıbadem’deki Köşk hikâyesi, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Huzur’dan oluşan nehir roman serisine Saatleri Ayarlama Enstitüsü (SAE) ile tamamlanamamış Aydaki Kadın da eklenerek, tüm uzun kurgularını kapsayan bir inceleme sunulmaktadır.Item Faruk Duman’ın "Sus Barbatus" Ve "Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur" Romanlarında İnsan Ve İnsan Dışı Dünya Arasındaki İlişkilerin Bedenler Arası Geçişkenlik Açısından İncelenmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çetin , ÖnderBu makale Faruk Duman’ın “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur” (2014) ve “Sus Barbatus” (2018) romanlarında karakterlerin doğa ile kurdukları bağı ve karakterler ve insan dışı dünya arasındaki maddesel ve metafiziksel geçişkenlikleri Posthümanizm kuramı altında kendine yer bulan ekofeminist Stacy Alaimo tarafından ortaya konan Bedenler arası geçişkenlik teorisi üzerinden değerlendirip ekoeleştirel açıdan bu geçişkenliklerin mümkün kıldığı çözümleri araştırmayı planlamaktadır. Sus Barbatus 80 darbesi öncesi Türkiye’sinde geçer, siyasi kaosun hâkim olduğu bir atmosferde insan ve doğa arasındaki kaybolan bağa odaklanır. Kenan’ın hamile karısı Zeynep için bir domuz avlayıp evini geçindirme çabasıyla başlayan hikâye toplumun farklı kesimlerinden insanları bir araya getirmeye başlar. Roman boyunca tüm karakterleri birbirine bağlayacak olan doğadır. Bu bağ Sus Barbatus’un Aysel’in bedenine girmesiyle metafiziksel bir hal alır. Bu durum aynı zamanda dünyadaki fiziksel ve metafiziksel var oluşun sekteye uğramadığının da bir göstergesi olarak romandaki karakterlerin insan-dışı dünyadan ayrı düşünülemeyeceğini irdelemesi açısından önemli bir noktadır. “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur’da” Ceren’e abisi şiddet uygular ve taciz eder. Diğer taraftan, anlatıcı gencin geçmişiyle ilgili travmatik dünyasına tanık oluruz. Anlatıcı gencin travmatik geçmişinden kurtulmasının ve Ceren’in ailesinin zulmünden kurtulabilmesinin yolu yine insan-dışı dünyadan geçer, bu dünyada bedensel olarak bağ kuracakları her ikisinin de farklı zamanlarda ormanda karşılaştıkları parstır. Her iki romanda da yazar bedenler-arası geçişkenlik (trans-corporeality) kavramı ile açıklanabilecek romanlardaki kahramanların ve insan-dışı dünyadaki bedenler ile aralarında kurulan edimsel (performative) bağ aracılığıyla bir çıkış yolu sunduğu iddia edilecektir. Bu savla hem bir çözüm ve farkındalık yaratılmaktadır hem de bedenler arası geçişkenliklerin ekolojik olarak insanın insan-dışı dünyadan ayrı tutulamayacağı ortaya konmaktadır.Item Halil Hâlid Bey’in “Akvâm-I İslâmiyye Etnografyasına Bir Medhal” Başlıklı Makalesi Üzerine Bir İnceleme(Ankara Üniversitesi, 2023) Özbay, ÇiğdemXIX. yüzyılda akademik bir disiplin olarak dünya bilim sahnesine giriş yapan antropolojiye Osmanlı aydınlarının ilgisi yüzyılın son çeyreğinde gün yüzüne çıkmıştır. Başlangıçta evrim kuramının muazzam etkisiyle ortaya çıkan bu ilgi, cumhuriyet sonrası dönemde bilimsel bir uğraş halini almış ve tarihin dinsel olmayan bir bakış açısıyla ele alınması ve Türklere karsı olan önyargının kırılması işlevini görmüştür. Antropoloji aynı zamanda, dil, tarih, coğrafya, arkeoloji, jeoloji, biyoloji, etnoloji bilimlerinin çağı yakalama sürecinde de başı çekmiştir. Antropolojinin, yeni yeni ilgi gördüğü zamanlarda etnoloji ve etnografya bilgisi ile iç içe olması, bu bilimlerin odaklandıkları konuların kapsamı ve sınırı hususunda farklı yorumlamalara sebep olmuştur. Halil Hâlid Bey (1869-1931) de, 1926 tarihli Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası’nda yayımlanan “Akvâm-ı İslâmiyye Etnografyası Tedkîkâtına Medhal” başlıklı makalesinde bu üç bilimi analiz etmiştir. Bu makalesi Müslüman kavimleri tetkik ettiği makale serisinin girişi niteliğinde olup antropoloji ve etnoloji üzerine oldukça bilgilendiricidir ve zamanının önemli bilim insanlarının eserlerinden alıntılarla zengin kılınmıştır. Ankara mebusluğu, Bombay Başkonsolosluğu, Londra İkinci Konsolosluğu gibi yürüttüğü idari görevleri onu Avrupa siyaseti ve İslam toplumları üzerine yetkin hale getirirken yabancı dillere hâkimiyeti ve Cambridge Üniversitesindeki yaklaşık 15 yıllık öğretmenlik deneyimi de bir akademisyen olarak nitelememizde etkili olmuştur. Harbiye Mektebi’nde İngilizce, Dârülfünûn İlahiyat Fakültesinde İslam felsefesi ve Müslüman kavimlerin etnografyası gibi dersler de veren Halil Hâlid Bey, geniş bir kültür ve tarih bilgisi olan entelektüel bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz de çalışmamızda söz konusu makaleyi inceleyerek Halil Hâlid Bey’in antropoloji ilgisi ve bilgisini tartışmaya açacak ve antropoloji tarihimizdeki yerini göstermeye çalışacağız.Item İngiliz İstihbaratçısı Noel Ve Güneydoğu Anadolu’daki Faaliyetleri(Ankara Üniversitesi, 2023) Ercivani, Ahmetİngiltere ile Osmanlı Devleti’nin ilişkileri başlangıçtan itibaren olumlu bir yönde seyretmiştir. Bu ilişkilerin gelişmesi amacıyla III. Selim döneminden itibaren Londra’ya büyükelçiler gönderilmiştir. Bu şekilde Osmanlı Devleti yurt dışında daimî elçilikler açarak Avrupa devletleri ile yapıcı ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Hatta 1853 Kırım Savaşı’nda İngiltere, Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıştır. Bununla birlikte 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin politikası Osmanlı Devleti aleyhine değişmiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’ni yıkıcı birçok ittifakın içinde de yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı’na farklı ittifaklar içerisinde giren bu iki devletin mücadelesi, savaş sonunda da devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda İngiltere tarafından Osmanlı topraklarında işgaller başlamıştır. İngiltere, başlatmış olduğu işgalleri sürdürebilmek için zaman zaman taşeron yapıları da kullanmıştır. Bir İngiliz istihbarat subayı olan Edward William Charles Noel (d.14 Nisan 1886), İngiliz Hükümeti tarafından Osmanlı topraklarına gönderilmiştir. Osmanlı topraklarında kışkırtıcı faaliyetler yürüten Noel, seyahati esnasında yaptığı çalışmalara dair bir günlük tutmuştur. Noel’in, bölge halkını Türk yönetimine karşı ayaklandırma gibi bir düşüncesi olduğu görülmektedir. Elazığ Valisi Ali Galip’in Sivas Kongresi’ni basma teşebbüsünde de Ali Galip’e destek vermiştir. Yaptığı faaliyetlerden dolayı Noel’in Kürt lawrence’si olarak adlandırıldığı da olmuştur. Noel, günlüğünde kendisine göre bölge hakkında ve bölgedeki aşiretlerle ilgili notlar tutmuştur. Aslında Noel’in amacı bölgede yaşayan Kürt aşiretlerini Türklerden uzaklaştırmak ve Türk yönetimi ile olan bağlantılarını sonlandırmaktır. Bunun için kapsamlı bir araştırmaya girişmiş ve her unsuru kullanmaya çalışmıştır. Özellikle Kürtler ile Ermenileri, yaşantıları, örf adetleri ve diğer fiziki özellikleri ile ortak bir noktada buluşturmaya çalışmıştır. Daha da ileri giderek Kürt aşiretlerini İngiliz Hükümeti’nin yanına çekmeye çalışmıştır. Noel’in bölgedeki faaliyetlerini artırması, dolayısıyla İngiltere’nin bölgede tek başına hâkimiyet kurmayı amaçlaması, diğer müttefikleri rahatsız etmiştir.Item İngiliz Seyyah Buckıngham'ın Travels In Mesopotamıa Adlı Eserinde Xıx. Yüzyıl Başlarında Birecik Ve Urfa(Anbkara Üniversitesi, 2023) Bozkuş, Yıldız DeveciBirecik ve Urfa kenti geçmişten günümüze tarihi İpek Yolu ve ticaret güzergâhları üzerinde yer alıyor olması açısından daima jeopolitik ve stratejik öneme sahip olmuştur. Eskiçağlardan beri pek çok seyyahın ziyaret ettiği bu kent Roma, Selçuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safeviler ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de gezginlerin uğrak noktalarından biridir. Bu nedenle seyyahların bölgeye dair kaleme aldıkları eserler üzerinden Batı dünyasında aslında bir tür Osmanlı/Türk algısının da şekillendiğini söylemek mümkündür. Bu çerçevede İngiliz seyyah James Silk Buckingham’ın Travels in Mesopotamia adlı eserinde Birecik ve Urfa’yı nasıl tasvir ettiği büyük önem kazanmaktadır. Bu çalışmada İngiliz seyyahın kitabında verilen bilgilerden hareketle tarihte Birecik ve Urfa’daki sosyal, kültürel, dini ve mimari yapının nasıl olduğu üzerinde durulmuştur. Buckingham’ın 4 Haziran 1816'da gerçekleşen seyahati bu bölge ve coğrafyanın tarihsel süreçteki stratejik önemini göstermesi açısından değerlidir. Bu nedenle bu çalışma ile İngiliz seyyahın 1816 yılına dair Birecik’ten başlayıp Urfa ile devam eden seyahati sırasında edinmiş olduğu gözlemler detaylı bir şekilde değerlendirilmiştir.Item İtalya’nın Arnavutluk’u İşgalinin Türk Basınına Ve Türk Dış Politikasına Yansıması(Ankara Üniversitesi, 2023) Özcan, HalilTürkiye, kurtuluş ve kuruluşta Atatürk’ün liderliğinde tam bağımsız bir politika izlerken aynı dönemde Atatürk gibi bir liderden yoksun olan Arnavutluk, Cumhuriyetten Krallığa geçti. Türkiye’den uzaklaştıkça yakınlaştığı İtalya’nın etkisiyle Balkan Paktına dâhil olamayan Arnavutluk, bu ülkenin işgaliyle karşı karşıya kaldığında Kral, iki günlük oğlu ve lohusa eşiyle tacını, tahtını ve ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Arnavutlarla beş asır kader birliği yapan ve ülkesinde çok sayıda Arnavut kökenli vatandaşa sahip olan, aynı zamanda çeyrek yüz yıl önce bağımsızlık savaşı veren Türkiye ve Türk basını Arnavutluk’un işgaline karşı oldukça hassasiyet gösterdi. Oniki Adalara sahip olan ve Arnavutluk’un işgaliyle Balkanlar’a yerleşen İtalya’nın tutumu Türkiye ve Balkan Paktı için bir tehdit olarak algılandı. Türkiye, II. Dünya Savaşının ufukta belirdiği bu süreçte İtalya tehditi ve Alman yayılmasına karşı tarafsızlık politikasından ayrılarak İngiltere ve Fransa ile birlikte sulh cephesine girdi. İtalya’nın Arnavutluk’u işgalinin Türk basınına ve dış politikasına yansıması, Türk basını temelinde (Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi ile Devlet Arşivleri Cumhuriyet Arşivinde belge bulunamadığı için) ilk defa bir akademik çalışmada incelenmesi, bu makalenin özgünlüğünü oluşturmaktadır. İşgal sonrası Arnavutluk Kralı Zog’un geniş maiyetiyle birlikte iki aylık süreyle (3 Mayıs-1 Temmuz 1939) Türkiye’ye sığınması tarafımızdan ayrı bir bilimsel çalışma konusu yapıldığından Kral Zog’un Türkiye günleri çalışmaya dâhil edilmedi.Item Klasik Hint Metinlerinden Bhagavadgītā’nın Ermenice, İngilizce Ve Türkçe Çevirilerinin “Çeviri-Kültür İlişkisi” Bağlamında Değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çoruk, F. Jale Gül; Kayalı , YalçınDiller arasındaki değişkenlere bağlı olarak anlam, kavram ve algıda birtakım çeviri farklılıkları ortaya çıkabilmektedir. Çeviribilimsel perspektiften diller arasındaki en belirgin farklılıklar, özellikle kültüre özgü ögelerde kendisini göstermektedir. Bu nedenle de kültürel aktarım süreci çeviride, çok yönlü bir yaklaşım yetisi gerektirmektedir. Söz konusu çeviri işlemi yalnızca bir dil meselesi değildir. Öncelikle; yazarın konusuyla olan ilişkisiyle ilgilenir: anlatı tekniği, metaforik boyutlar ve bakış açısı. Aynı zamanda yazarın okuyucusu ile olan ilişkisi ile de bağlantılıdır. Kısacası orijinal eserdeki bu eşgüdümlü ve ahenkli ikili ilişki, neredeyse her zaman, iyi bir çeviride kendisini göstermektedir. Bu çalışmada, Hint kültürüne özgü, Klasik Sanskrit Edebiyatının eserlerinden biri olan Bhagavadgītā adlı metin, Sanskrit dilindeki orijinali ile Ermenice, İngilizce ve Türkçe tercümeleriyle karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Bu bağlamda kaynak metin olarak Bhagavadgītā'nın Sanskrit orijinali kullanılmış olup çalışmamız kapsamında bir Ermenice, bir İngilizce ve iki farklı Türkçe tercümesi, çeviri- kültür ilişkisi açısından incelenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Bhagavadgītā'nın Sanskrit orijinal metni, H. Acaryan'ın Ermenice çevirisi, Tridaṇḍi Bhikṣu Śrīpād Akṣayānanda Mahārāja'nın İngilizce çevirisi, K. Kaya ve S. Çalışkan'ın Türkçe çevirileri kullanılmıştır. Sonuçta çevirmenlerin izlediği çeviri stratejileri üzerinden kültürün çeviri metin üzerindeki etkileri, Bhagavadgītā metninin çevirileri aracılığıyla ortaya koyulmaya çalışılmış ve alan yazındaki çeviri-kültür ilişkisi hususundaki ilgili kuramsal birikime, orijinali Sanskrit olan bir metnin Ermenice, İngilizce ve Türkçe çevirileri üzerinden tespitlerde bulunularak çeviribilim disiplini çerçevesinde yorumlar yapılarak çıkarımlarda bulunulmaya çalışılmıştır.Item Konya-Hatunsaray (Lystra) Ve Çevresindeki Su Yapıları(Ankara Üniversitesi, 2023) Mutlu, Mehmet; Bozkurt, TolgaKonya’nın 35 km kadar güneybatısında, merkez Meram ilçesine bağlı Hatunsaray mahallesi Türk çağında, Likaonya’nın meşhur kentlerinden antik Lystra üzerinde kurulmuştur. Yeni Ahit’te, Aziz Pavlus’un Anadolu’da Hıristiyanlığı yaymak üzere gerçekleştirdiği seyahatlerinde uğradığı kentler arasında adı geçen Lystra/Hatunsaray ile birlikte yine yakın civarda yer alan Kilistra/Gökyurt, Botsa/Güneydere ve Detse/Yeşildere; Kapadokya ve Frigya’dakilere benzer, kaya oyma tekniğinde dini ve sosyal yapılarıyla dikkat çeken yerleşimlerdir. Hatunsaray ve çevresinde 2012-2013 yılları arasında gerçekleştirdiğimiz yüzey araştırmalarında, bölgedeki tarihi su yapılarının coğrafi koşullar altında tasarlanmış; başta içme ve zirai kullanım olmak üzere temizlik ve ulaşım gibi temel yaşamsal ihtiyaçları karşılamaya yönelik üretilmiş mimari çözümler oldukları görülmüştür. Burada incelenen 3 çamaşırhane, 13 çeşme, 8 köprü ve 7 sarnıç Hatunsaray ve çevresinin Türk döneminde canlanan sosyoekonomik hayatına ve bölgedeki sınırlı su kaynaklarının tarih içindeki kullanımına dair maddi kültür verileridir. Bölgede özellikle, Roma çağında yaygınlık kazanan kaya oyma sarnıç yapımının Türk döneminde de devam ettiği ve hidrolik özellikleri ile bölgeye has bir su depolama tekniğinin geliştiği söylenebilir. Ayrıca, çeşme kitabelerinden su kültürü ve halk mimarisinde yapı yönetimi hakkında özgün çıkarımlar yapılabilmektedir. Selçuklu ilçesi Sille Çamaşırhanesi’nden başka Konya’daki diğer üç çamaşırhane Gökyurt’tadır. Öte yandan Hatunsaray’ın Konya - Antalya ve Alanya kervan yolu üzerinde bulunması ve irili ufaklı akarsular çok sayıda köprü yapımını gerektirmiştir. Araştırma bölgesinin dini ve sivil mimarisini ele alan çalışmalarda su yapıları özelinde mimarlık, sanat tarihi ve yerleşim arkeolojisi yönlerinden bir değerlendirilmeye gidilmemiştir. Bu çalışmada; konunun sınırları ve önemine değinilen giriş bölümünü takiben Hatunsaray ve çevresinin tarihsel topografyası ana hatlarıyla tanımlanmış, Türk su mimarisi içinde bölge yapılarının karakteristik özellikleri belirlenerek, kentsel arkeoloji açısından taşıdıkları değere dikkat çekilmiş ve araştırma sonuçlarıyla birlikte ayrıntılı bir yapı kataloğuna yer verilmiştir.Item Küçük Bir Rus Göçmenin Devrim, Göç Ve İstanbul Anıları(Ankara Üniversitesi, 2023) Günal, E.zeynepRusya’da iç savaş sürecinde Ekim Devrimiyle uzlaşamadıklarını ve soylularla zenginlerin hâkim olduğu çarlık rejimini yıkarak politikasını eşitlik ilkesi üzerine kurmakta olan sosyalist düzen içerisinde yaşamlarını sürdüremeyeceklerini anlayan soylu kesim, bir grup aydın, sıradan halkın bir bölümü ve Beyaz Ordu askerleri dönmemek üzere ülkeyi terk ederler. Bu, göçün 1920 Kasımından itibaren başlayan ilk dalgasıdır. Yerleştiği Fransa’da doksan beş yaşında yaşama veda eden Zinaida Şahovskaya da (1906-2001) ailesiyle birlikte bu dalganın sürüklediği kişilerdendir. Yazar, şair ve çevirmen olarak yoluna devam eden Şahovskaya, “Böyleydi Yaşadığım Yüzyıl” (Takov moy vek, 2006) adlı tüm yaşamını anlattığı anı kitabında çocukluk dönemine rastlayan o yılları da kaleme alır. Çalışmada kitabın “Işık ve Gölgeler” (Svet i teni), “Yaşam Biçimi” (Obraz zhizni) ve “İstanbul” (Konstantinopol) başlıklı bölümleri üzerinde durulacaktır. Şahovskaya, köklü ve soylu bir ailenin kızı olarak, Ekim Devrimi’ni ve ardından gelen iç savaş sürecini anlatırken olayları kendi bulunduğu sınıfın bakış açısıyla değerlendirir. Kısa bir deyişle devrime ve getirdiklerine karşıdır. Şahovskaya ve ailesinin değişim rüzgârıyla gelen zorunlu göçlerinin ilk durağı İstanbul’dur. Şahovskaya’nın İstanbul’daki anıları özellikle Büyükada ve kozmopolit Pera yani Beyoğlu çerçevesinde bir araya getirilmiştir. Çerçevenin içindeki tabloda ise on dört yaşındaki bir kız çocuğunun Doğu’nun tipik temsilcisi olan farklı bir şehirdeki yaşamı, okul günleri ve diğer Rusların yaşam mücadelesi resmedilir. Şahovskaya Ruslar açısından tarihsel dönüm noktası sayılan Beyaz Ordu askerleriyle ailelerinin İstanbul’a gelişine de şahit olur. Tüm bunların küçük bir kız çocuğunun gözüyle anlatılması ve çağdaş Mustafa Kemal Türkiye’sinin filizlenme aşamasına da değinmesi Şahovskaya’nın anılarına ayrıcalık kazandırmıştır.Item Maçoluk Üzerine Psiko-Edebî Bir İnceleme: Safiye Erol’un Hikâyelerinde Maço Arketipleri(Ankara Üniversitesi, 2023) Dinçer, DuyguBu çalışma, Safiye Erol'un öykülerinde maçoluğun arketipsel yönlerini ve maçoluğun romantik ilişkiler üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçlamıştır. Çalışmada Safiye Erol’un Leylak Mevsimi adlı kitabındaki hikâyelerin her biri dokuman kabul edilmiş ve metin merkezli bir içerik çözümlemesi ile incelenmiştir. Analizler, Erol’un öykülerindeki erkek karakterlerin belirli maço arketiplerini (fetihçi maço, çapkın maço, maskeli maço ve otantik maço) temsil ettiğini ortaya koymuştur. Yazarın bazı maço arketiplerini diğerlerinden daha fazla ele aldığı görülmüştür. En çok tekrar eden maço arketiplerinin çapkın maço ve otantik maço olduğu belirlenmiştir. Aleksandra Filipovna, İlk Efendim Pomak Ali Efendi ve Lâz Sıdkı’nın Florya’da Hovardalığı adlı hikâyelerde çapkın maço arketipinin vurgulandığı ve olumsuz yönleriyle yansıtıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca Metruk Yalıda Garip Bir Gece ve Gel Seninle Dertleşelim adlı hikâyelerde fetihçi maço arketipi temsil edilmektedir. Dört Kişi, Leylak Mevsimi ve Gel Seninle Dertleşelim’de otantik maço arketipi yer almaktadır. Son olarak İlk Efendim Pomak Ali Efendi adlı hikâyede maskeli maço arketipine rastlanmaktadır. Çalışmada maço kişilik ve davranış örüntülerinin yarattığı ilişkisel ikilemler açısından da ilginç bulgular elde edilmiştir. Araştırma sonuçları, öykülerdeki ilişkisel ikilemlerin çok eşli doğası nedeniyle çoğunlukla çapkın maço arketipinden kaynaklandığını göstermiştir. Ancak bu ilişkisel ikilemlerin oluşmasında aşırı gururlu yapısıyla fetihçi maço arketipin, çift yüzlülük yönüyle maskeli maço arketipin, makbul eş ve makbul anneye yaptığı vurgu ile otantik maço arketipinin de rol oynadığı anlaşılmaktadır. Hikâyelerde dikkat çeken bir diğer nokta iyiliksever, şefkatli ve babacan tavırlarıyla öne çıkan otantik maço arketipinin diğer arketiplere göre daha makbul bir erkek temsili olarak yansıtılmasıdır.Item Modernleşme Sürecinde Beşiktaş’ta Sosyal Mekânlar (Tanzimat’ın İlânından Iı. Meşrutiyet’e Kadar)(Ankara Üniversitesi, 2023) Yılmaz, Elaİstanbul'un geleneksel kent ziği ve mimarisinde 18. yüzyılda başlayan değişim ve dönüşümler, 19. yüzyılda gerçekleştirilen reformlarla, sosyal yaşamı, maddi dokuyu ve mimarlığı da etkisi altına alarak, toplumun ihtiyaçlarına hitap eden yeni mekânların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kentte ortaya çıkan toplum hayatını doğrudan etkileyen yeni kamusal alanlarla birlikte yeni bir sosyo-kültürel çevre oluşmuştur. Osmanlı toplumunda açık ve kapalı kamusal alanlar olarak görülen bu mekânlar, kentte yaşayan bireylerin daha sık bir araya gelmesine olanak tanımış, etkileşimi ve iletişimi arttırmıştır. Beşiktaş, Osmanlı başkenti İstanbul'un, kamusal alanların kent ölçeğinde yaygınlaştığı ve gelenekselden moderne evrilen belki de en önemli kentsel mekânlarından biridir. Beşiktaş semtinde yer alan kamusal alanlar, toplumun bir araya geldiği önemli sosyal mekânları oluşturmuştur. Açık kamusal alanlar arasında bulunan mesire yerleri ve iskele alanları ile birlikte kapalı kamusal alanlar arasında önemli bir yere sahip kahvehâneler, Beşiktaş semtinde sosyal mekânların gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Kahvehânelerden sonra özellikle tiyatro sanatında yaşanan gelişmeler, Beşiktaş'ta farklı sosyal mekânların da doğmasına olanak tanımıştır. Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da 19. yüzyılda toplum yaşamında gerçekleştirilen modernleşme ve yenileşme hareketleri kalıcı hale getirilmiş, Beşiktaş özelinde de yapıların mimari tasarımlarla kendini gösterdiği modern bir kimlik ile birlikte farklı sosyal mekânlarda bir araya gelen modern bir toplum yaratılmıştır. Bu makalede, Tanzimat'ın ilânından II. Meşrutiyet'e kadar uzanan tarihsel süreç içerisinde Beşiktaş'taki sosyal mekânların gelişimi değerlendirilmiştirItem Perceptıon Of Assocıatıve Gender In Dıfferent Age Groups-A Turkısh Language Case(Ankara Üniversitesi, 2024) Gökmen, Seda; Peçenek , DilekTurkish has no noun classes or grammatical gender. However, in terms of biological gender, it can be said that lexical/semantic gender is reflected to nouns lexically. Although Turkish has no grammatical gender, it does have various means based on semantic system in which nouns are assigned to a gender according to its referent’s biological sex to recognize gender. It can also be said that there is a covert gender marking that denotes some person reference words as masculine or feminine. The aim of this study is to describe the phenomenon of associative gender, which carries the social-psychological context, in the case of certain categories (colour, animal, vegetable/fruit, clothing, body, transportation, sports, profession, material and natural features/plants). Also it was aimed at see the current associative gender perceptions of the lexicalized covert words (e.g., hemşire ‘nurse’, gömlek ‘shirt’) based on the assumption that the associative gender perception of sociocultural context may change in parallel with social changes. For this aim, how participants from different age groups (N 400) perceive the gender in Turkish is researched. A survey consisting of close-ended questions with 3 rating scale (masculine, feminine, neutral) for each category was conducted. The most general conclusion in this study is that in the associative gender assignment, neutral is dominant. This is followed by male and female dominance. In terms of the context of database, gender bias varies from masculine-feminine to neutral when the process from childhood to adulthood is looked at. In other words, while the children's perspective in marking gender is more towards masculine-feminine, the characteristics of the language appear more prominently and the tendency to assign gender decreases with age. Another consequence is male participants marked more masculine than female participants. This may be identified with the social gender perception.